İfade özgürlüğümüz…

Türkiye’de ve dünyada düşünce ve ifade özgürlüğünün hayata geçirilmesi için 20 yılı aşkın süredir çeşitli alanlarda çalışmalar yürüten, Metis Yayınları kurucu ortağı, editör, çevirmen Müge Gürsoy Sökmen, 2016 yılındaki ifade özgürlüğü ihlallerine dair izlenimlerini paylaşıyor.

Dünyanın her yerinde 2016 yılı, adına şimdiden veda şarkıları yakılmasının da gösterdiği gibi hayli umutsuz geçti, ülkemiz de bu gidişattan fazlasıyla payını aldı. Freedom House’un bu yılki “Endişeli Diktatörler, Sallantıdaki Demokrasiler: Baskı Altındaki Küresel Özgürlük” başlıklı raporunda, yabancı düşmanlığı ve otoriter rejimlerin baskılarının arttığı, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin korkutucu ölçüde yıprandığı belirtiliyor.

Siyasal, kriminal ve terörist güçlerin susturma girişimleri, basın özgürlüğünü son 12 yılın en düşük noktasına geriletmiş; dünyanın sadece %13’ü siyasi haberlerin sağlıklı aktarıldığı, gazetecilerin güvenli çalıştığı, medyanın ağır hukuki ve iktisadi baskılara maruz kalmadığı, devletin aşırı müdahale etmediği bir basından yararlanabiliyormuş. 2015’te medya özgürlüğü en büyük tahribata uğrayan ülkeler arasında, Bangladeş, Mısır, Sırbistan, Yemen, Zimbabwe’nin yanı sıra, Fransa ve Türkiye de var.

Davalar, kapatmalar, tutuklamalar…

2016’ya baktığımızda, atlatılan darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL’in (Olağanüstü Hal) de etkisiyle Türkiye’de durumun ağırlaştığını görüyoruz. Basın yayın dünyasındaki yasaklama, kapatma, malvarlığına el koyma, tutuklama gibi müdahaleler her an değiştiği için döküm yapmak zor (bkz. Bianet Medya Gözlem Raporları; dusun-think.net). Şu an itibariyle, 100’den fazla gazeteci tutuklu, çok sayıda yayınevi ve yayın kapatıldı.

Evrensel Kültür, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan ilk kültür sanat edebiyat dergisi olurken, Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki yayın yönetmeni Turhan Günay ve yazar Kadri Gürsel dahil 10 yazar ve yönetici tutukluyken, ifade özgürlüğünü savunmak için Özgür Gündem’e sembolik “Yayın Danışmanlığı” desteği veren Necmiye Alpay ve yazar Aslı Erdoğan hukukçuların tüm itirazlarına rağmen üç aydır tutukluyken, “Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenliği” kampanyasına katılan çok sayıda aydına açılan dava sürüyor.

Medya üzerindeki bu baskılar her zaman açık ve dolaysız olmuyor. Özellikle gelişmiş ülkelerde anaakım medyada sık görülen sansürlerden (ya da otosansürlerden) biri “konfor ya da huzur sansürü”. Yani bir kesimin rahatının, keyfinin başka bir kesimin güvenliğine yeğ tutulması. Bir ülkedeki vatandaşların mültecilerden, erkeklerin kadınlardan, düzcinsellerin eşcinsellerden, Batılılar’ın dünyanın geri kalanından önemli addedilmesi nedeniyle, ilk kesimin rahatını bozmamak adına ikinci kesimin başına gelenlerin medyada yer almaması, önemsiz gösterilmesi, çarpıtılmasında olduğu gibi.

Bu (oto)sansürle etnik, dini, cinsel vb. ortalamaya uymayan, merkezi iktidarlarca farklı sayılanların sesleri duyulmaz oluyor, insanlık ve vatandaşlık haklarının çiğnenmesi kolaylaşıyor. Bazı hayatların diğerlerinden daha önemsiz olduğunu kanıksamamıza yol açan bu çürümenin meşrulaşmasıyla siyaset yapma imkânı da elimizden alınıyor.

Fikir dünyasında tektipleştirme

Yöneticilerin yasalara rağmen kendi ahlak ve dünya görüşlerini tüm topluma dayatmak istedikleri durumlarda ise, “sokak eliyle sansür” veya “cezasızlık sansürü” devreye giriyor. Kanunda suç oluşturmayan bir fiile, esere karşı “hassasiyet” bahanesiyle gerçekleştirilen saldırılar “anlayışla karşılandığı” için saldırganlar ve göz yuman görevliler cezasız kalıyor, saldırıya uğrayanlar fiilen cezalandırılırken fikirleri görünmezleşiyor, yok sayılıyor.

Bugün küresel tekellerin ya da baskıcı iktidarların borazanına dönüşmeyen medya kuruluşları ayakta kalmakta zorlanırken, görmezden gelinen ya da bastırılan seslerin taşıyıcılığını yapma sorumluluğu giderek daha çok bağımsız yayıncılara düşüyor. Yani siyasi bir partinin, devlet vb. resmi bir kurumun, esas sermayesini farklı alanlara yatırmış bir şirketin sesi olmayan, politikasını sadece sektörün gereklerine göre saptayan yayıncılara. Kuşkusuz baskılar burada da kendini gösteriyor. Tıpkı küresel tarım tekellerinin yerel tohumları ve biyoçeşitliliği ortadan kaldırması gibi, mali, siyasi ve kültürel gücün tekelleşmekte olması da fikir dünyasını tektipleştiriyor.

Yayıncının sorumluluğu

Yayıncılık piyasasında yaklaşık %25’lik payla dünya birincisi olan ABD’de sektörün %80’ini topu topu beş şirket belirliyor. Eskinin küçük kârlarla çalışan bağımsız yayıncıları silinirken derdi sadece yüksek kâr olan, ortalamaya uymayan seslerin makbul olmadığı izlenimini uyandıran bir yayıncılık gelişiyor. Bu anlayışa kalsaydı, ilk kitabı 600 satan Kafka veya üç adet satan Beckett okurlara hiç ulaşamazdı! Ama yazdıklarına güvendikleri için kâr etmeseler de onları yayımlamaya devam eden bağımsız yayıncılar sayesinde dünya kültürünün önemli bir parçası oldular.

Haberleri gazetelerden okumak yerine sosyal medyadan öğrenmeye mahkûm edildiğimiz bir ortamdayız. Basın özgürlüğünde 180 ülke arasında 151. iken, dünyanın 6. en fazla silah ithal eden ülkesi olduğumuzu göz önüne alırsak, toplumsal barış ve refah yolunda ifade özgürlüğünün önemi kendiliğinden ortaya çıkar.
Küçük sermaye ile iş yaptığı için bağımsızlığını koruyabilen, çok satma şartı aramaksızın ilgisini çeken yapıtları, farklı duruşları okurla buluşturmayı önemseyen, insan aklı ve hayal gücünün en güzel ürünlerini okura taşıyan yayıncılara, demokrasinin şartı olan kültürel çeşitliliği koruyup sürdürmekte büyük sorumluluk düşüyor.